Hangi tekniğin kullanılacağını bilmek, bir şüpheliden veya eşyalarından kalan toprak veya toz kalıntılarının suç mahallini önemli ölçüde daraltabileceği anlamına gelir.
Araştırmacılar yeni yaklaşımlarını kabaca 250 kilometrekarelik bir alanda test ettiğinde, arama bölgelerini yüzde 60’tan fazla azaltmayı başardılar.
Bu kesin sonucu elde etmek için yerel araştırmacıların öncelikle bölgedeki diğer toprakların yapısını bilmeleri gerekiyordu. 2017 yılında, bir jeokimyasal araştırma, her kilometrekareye bir tane olmak üzere, kuzey Canberra çevresinden 268 üst toprak örneği topladı. Daha sonra bu haritadan üç örnek alındı ve her birinin kilometrekareye kadar nereden geldiğini bulmakla görevli bir baş araştırmacıya verildi.
Toprağı analiz etmek için kullanılan tüm teknikler arasında, örneklerin nereye ait olduğunu tahmin etmede en iyi olan ikisi, kil mineralleri, karbonatlar ve sülfatlar gibi hidratlı minerallerin varlığını ortaya çıkaran ise kızılötesi spektroskopisi ve manyetik duyarlılıktı. Tek başına bu iki yöntem, ekibin ikinci toprak örneğinin hangi bölgeden geldiğine dair en doğru tahminlerini elde etmesine izin verdi.
Bu hassas teknoloji arama alanını azaltma konusunda çok büyük bir fayda sağlayacağı için çok tercih edilecek gibi görünüyor. Tabii ki bunun için öncesinde mümkün olduğu kadar çok toprağa erişim sağlanması gerekiyor. Sistemde ne kadar çok kayıtlı toprak olursa, suçlunun ayağından gelen toprağın nereye ait olduğu da o kadar kolay bulunuyor.
Aslına bakılırsa, polisin bunu yapmak için bölgeden toprak toplamasına bile gerek yok. Çoğu gelişmiş ülke, toprak ve toz örneklerini karşılaştırmak için kullanılabilecek mevcut toprak veri tabanlarına sahiptir. Avustralya’daki araştırmacılar, bulgularını başka bir yerde tekrar edip edemeyeceklerini görmek için araçlarını diğer toprak veri tabanlarında da kullanmayı planlıyorlar.