İbn-i Sina (Avicenna) Kimdir? Hayatı ve Eserleri
Ebu Ali el-Hüseyin bin Abdullah bin Sina, Avrupa’da ise daha çok “Avicenna” ismi ile tanınır. İslam dünyasının en önemli bilim insanlarından biri olan İbn-i Sina’nın hayatını, çalışmalarını ve eserlerini bu içeriğimizde derledik.
İbn-i Sina Kimdir?
980 yılında Orta Asya’da Buhara yakınlarındaki Efşene köyünde doğdu. Dünyaca tanınmış en meşhur eseri olan “el-Kanun fi’t-Tıb” Avrupa’da ve dünyada tıp alanında ders kitabı olarak okutulduğu bilinmektedir.
Diğer İslam bilginlerine kıyasla hayatı ile ilgili daha fazla bilgi günümüze kadar ulaşmıştır. Bunun nedeni ise öğrencilerinden Ebû Ubeyd el-Cûzcânî’ye kaleme aldırdığı hayat hikayelerinin yer aldığı kesitlerin nakledilmesidir.
Avrupalıların Avicenna “vazgeçilmez” olarak taktıkları lakabının yanı sıra felsefe ve bilim dünyasındaki vazgeçilmez konumunu ifade etmek amacıyla Ortaçağ âlimleri tarafından kendisine verilen “eş-şeyhü’r-reîs” sıfatıyla da bilinir. Filozofların prensi gibi isimlerle nitelendirilmektedir.
İbn-i Sina Hayatı
İbn-i Sina’nın, müslümanların dini vecibelerine uyumlu, tutarlı ve kapsamlı bir felsefi düşünce sistemini geliştirmeyi amaçlamıştır. Bu sebeple ilk büyük İslam filozofu olarak bilinir.
Buhara’ya yerleştikten sonra babası Abdullah, İsmâilî denilen cemaatin fikirlerinden feyz almıştır. Bu sebeple bulunduğu ortam matematik, geometri ve felsefe konularının konuşulup tartışıldığı bir merkez hâline geldi. Daha çocuk yaşta bu ortamda yetişen İbn-i Sina felsefi konulara merak ve âşinalık kazanmış oldu.
Aynı zamanda Samanilerin hakim olduğu Buhara çevresinde bulunan tıp alimlerinden ve saray hekimlerinden öğrendikleri ve âlimlerin kütüphanelerindeki kitaplarla tıp eğitimi de alan İbn-i Sina (Avicenna) böylece 18 yaşına gelene kadar çağının çoğu ilimlerine hakim olduğu bilinmektedir.
Astronomi, mantık, felsefe, geometri, matematik ve fıkıh dersleri alan İbn-i Sina Samani hükümdarının hastalığı üzerine saraya çağırılmış ve hükümdarın hastalığına çözüm bulabilme başarısı göstermiştir.
İbn-i Sina Eserleri ve Çalışmaları
İbn-i Sina’ya göre bilgiye ulaşmak sadece düşünmekle mümkün olamaz. Sezgiye daha çök önem verir.
el-Kanun fi’t-Tıb eseri “Tıpta Kanun” tıp bilimiyle alakalı zamanının bilgilerini aktardığı eserdir. Orta Çağ dönemlerinde üç yüz yıldan fazla Batı dünyasında ders ve referans kitabı olarak öğrencilere okutulmuştur. Bir çok kez çevirisi yapılmıştır.
Kitabü’l Necat, İbni Sina’nın mantık, fizik ve varoluş, evren, uzay, tanrı gibi konuların birbiriyle bağlantılarını anlatan metafiziğe dair bir eserdir.
Risâle fi’lmi’l-ahlâk isimli risalesinde ahlak felsefesinin yani toplum içinde kişilik ve davranışların belirlendiği ahlakı ele alan konuların yer aldığı bir eserdir.
İşarat ve’l-Tembihat adlı eser tıpkı Kitabü’l Necat gibi mantık, fizik ve metafizik konularını içerir.
Kitabü’ş Şifâ Latinceye defalarca çevrilmiş ve öğrencilere ders kitabı olarak okutulmuştur. İyileşme Kitabı anlamına sahip olan bu eser sadece bir kaç konudan değil, matematik, mantık, felsefe, astronomi, varoluş ve tanrı, metafizik gibi bir çok bilim dalı hakkında yazılmıştır. Eserin hacmi 11 cilttir. Son bölümünde peygamberliğin ispatı konusu yer alır.
İbn-i Sina’ya Göre Bilimlerin Sınıflandırılması
Sadece zihinde bulanan yani düşüncenin mantıkla doğrudan ilişkili nicel verilere dayanan matematik bilimi ve mühendislik bilimleri sadece zihinde oluşan ilimlerdir. Müzik ilmi ve astronomi bu iki ilmin alt grubudur. Konusu aklın dışında olan ve tabiatın değişimiyle ilgilenen ilimlerdir. Metafizik ve din insanın özelliklerini inceler. Ahlâk, hukuk ve politika gibi konular metafiziği destekleyen disiplinler olarak görür. Aristo’dan aldığı örnekle İbn-i Sînâ nâzari ve fiili ilimler olarak ayrımını destekler. Doğa, mantık , resim ve dini ilimleri nazari ilimler olarak sınıflandırır. Politika ve ahlâkıda fiili ilimler olarak sınıflandırır.
Gerçeğe ancak nazari ilimle, iyiliğe ise fiili (amelî) ilimler ile ulaşabileceğimizi ifade eder. Farabi’nin aksine ilimler sınıflandırılmasında kelâm ve fıkıh gibi dini konulara yer vermemesi dikkat çekici bir husus olarak göze çarpar.
Tabiat Felsefesi
Tabiat felsefesi herşeyi doğa içinde görmek ve açıklamaktır. Meşşai geleneğinden örnek aldığı gibi tabiat felsefesini (es-Semâü’t-tabîî) başlığı altında ele almıştır. Konusu sürekli değişime maruz kalan maddeler âlemidir. Evrendeki olayların oluşu ve bitişi yani bozuluşu bir süreçtir. İbn-i Sina’ya göre bu sürecin nihayeti bir değişen ile değişmeyenin sebebi olarak yorumlar.
Ancak İbn-i Sina her ne kadar madde varlığının değişimi ve bozuluşunu nesnelleştirse de bunların oluşunun yegâne sebebinin Tanrı olduğunu belirtir. İbn-i Sina’ya göre varoluşun ilk sebebi Tanrı, madde ise ikinci derecede sebeptir.
Psikoloji
İbn-i Sina, Aristo’nun bir çok kuramına paralel görüştedir. Psikolojiye de tabiat felsefesi içinde yer vermenin yanı sıra nefsin gerçek bir varlık diye nitelendirdiği cevher olduğu gibi fikirleriyle Aristo’dan ayrılır.
İbn-i Sina, Aristo’nun ruhu bedenin bir parçası olarak gösterdiği fikre katılmaz. Varlıklardaki bütün psikolojik, fizyolojik ve biyolojik özelliklerle gök cisimlerinin hareketini de nefsin bir etkisinde olarak gösteren beden-nefis cisim-nefis görüşünü tercih etmiştir.
Metafizik
İbn-i Sina, matematik ve felsefenin kavramlarını somutlaştırmamış ve kendi başına var olan gerçeklermiş şeklinde düşünen Pisagor ve Eflatun’u eleştirir. Aynı şekilde Aristo tarafından ilk harekete geçiren kuvvet olarak nitelendirilip fizikteki hareket gibi tanımlanmasını doğru bulmaz.
İbn-i Sina’ya göre doğa ilmi, cismin madde ve sûretten oluştuğu bilgisi ilkesini metafizik ilminden alır. Farabi gibi İbn-i Sina da varlığın akıl ile ulaşılabileceği en temel ve açık bir kavram olduğunu ve bu nedenledir ki tanımının yapılamayacacağını savunur. Bu konu özelinde tanımlamanın ancak varlıklar hakkında aklımızı uyarma fonksiyonu olup, bilinmeyen veya kesinliği tam olmayan bir şeyin tanımlaması, bildirmesi olamazdır.
İbn-i Sina, İslama dair derin bilgilere de hakimdir ve kabul eder. Ehl-i sünnet kelamcılarını takip ederek Allah’ın irade, kelam, tekvin gibi sıfatlar Allah’ın varlığında bir çokluğu gerektirmediği gibi tam olarak varlığını tanıttığınıda söylenemez.
İbn-i Sina Allah ile âlemin ilişkisinin zamanın dışında bir kavram olduğunu ifade eder. Örnek olarak söylersek İbn-i Sina’ya göre, Allah’ın varlığı kadimdir ifadesini açıklarken kastedilenin zamanda kıdem değil varlık bakımından kıdem olduğudur. Allah, kendi varlığı için başka bir varlığa ihtiyaç duymayan, yarattıkları varlıklardan ise hiç bir şeyi esirgemeyen ve en özel şekilde yarattıklarına verdikleri cömertliğidir. O bütün canlı ve cansız varlıkların ilk ve tek gerçek yaratıcısıdır.
Ahlâk Felsefesi
Esasında İbn-i Sina’nın ahlak felsefesi özelinde bir kaç küçük çaplı risalesi dışında bir eseri yoktur. Kendisi ahlâk felsefesine dair düşüncelerini ilâhiyyat konusunda ele alır. Ahlek felsefesinde, bir insanın hangi hareketleri neden yapması gerektiğini açıklayan ve bu kavramların açıklanmasının tabiat felsefesindeki nefis ve metafizik konularıyla tanımlanması gerektiğini ifade eder. Bu sebelle İbn-i Sina’nın psikoloji ile ilgili görüşleri ve kuramları hakkında fikir sahibi olunmadan ahlâk felsefesi hakkındaki düşüncelerinin anlaşılması mümkün değildir.
İbn-i Sina’nın, ahlâk felsefesi görüşlerini daha iyi bir şekilde kavrayabilmek için, “İnsan hangi davranışı ne sebeple seçmelidir ve bu davranışı nasıl gerçekleştirmelidir?” sorusunun cevaplarını aramak gerekir. Bu sorunun cevaplarını metafizik ve din konularında desteklenmesi gerektiği bu sebeptendir.
Din Felsefesi
İnsanlar için dinin gerekliliği ve vahyin mümkün olup olamayacağı gibi düşüncelerinin açıklanması konularını ele alan İbn-i Sina politika ve hukuki ilimler çerçevesinde yorumlamıştır. Bir insan düşünelim ki tek başına hayatının sonuna kadar kimseye ihtiyacı olmadan yaşasın, bu mümkünmüdür? ihtiyaçlarını bir topluluk içinde yaşayarak karşılaması kaçınılmazdır. Toplumun olduğu yerde iç barış ve güven ortamının olması da gerekir. Aynı şekilde ihtiyaçlarınıda iş bölümüyle karşılayabilirler.
Tarihsel sürece baktığımızda devletler ve milletlerin oluşumu toplanma birleşme genişleme mantığıyla olabilmiştir. Bu sebepledir ki toplumun ve iş bölümünün olduğu yerde samimiyet ve ahlaki düzen gerekir. Bu ancak adalet ve hukukla sağlanabilir. Siyasi bir otorite gerekir. Bu ve bunun gibi gereksinimler gelenekleri, alışkanlıkları doğurmuş ve soyut olarak oluşan bu bilgi sistematiği zamanla aklın kabul ettiği, ezberlendiği bir duruma dönüşür.
Ayrıca İbn-i Sina’ya göre Kuran’da iman, ibadet, adalet sistemi ve ahlâka dair ilkeler açık bir şekilde anlatılmış olmasına rağmen Allah ve âhiret yaşamıyla ilgili bilgilerin büyük çoğunluğu benzetmeler ve misallerle ifade edilmektedir. Ancak kavrama algısı yüksek olanlar, te’vil yoluyla asıl gerçeği kavrayabilir.
Bir din var ise ibadetlerin de olması gerekmektedir. Çünkü ibadetler, dine olan inancı taze tutar. Kötülüklerden alıkoyar ve iyiliklere yöneltir. İnsanın irade, azim ve sabır terbiyesini sağlar. İbn-i Sina’ya göre bir insandaki Allah bilinci ne kadar sağlam olursa dinin kendisine sunduğu vaatlerinde yaşanması o kadar güzel olacaktır.
Tıp
Büyük bir filozof olarak kabul edilen İbn-i Sina bir o kadar da iyi bir hekimdir. Bu alandaki uyguladığı pratik fikirleri ve eserleriyle gerek İslam dünyasın gerkese Avrupa hekimlik geleneğine damga vurmuştur. Öyle ki Batı dünyasında bıraktığı etki büyük tıp otoritelerinden olan Hipokrat ve Galen’in şöhretlerini geride bıraktığı ifade edilmektedir. “el-Kanun fi’t-Tıb” eserinin 13. Yüzyıldan itibaren Avrupa’daki üniversitelerde tıp fakültelerinde okutulmuş bir tıp şaheseridir.
İbn-i Sina Samani hükümdarını iyileştirdikten sonra Hârizm emiri Ali bin Me’mûn’un sarayında çalışmıştır. Bu görevinden sonra Cürcân’a gitmiş ve orada Ebû Muhammed eş-Şîrâzî’nin himayesinde bulunmuş ve buradaki görevinde “el-Kanun fi’t-Tıb” eserinin birinci bölümünü yazmıştır. Cürcân’dan Rey’e geçmiş Büveyhi Emîri Mecdüddevle’ye şifa bulmuştur. Sonrasında bu hanedanın Rey, İsfahan ve Hemedan’daki saraylarında vazife almış, ve “el-Kanun fi’t-Tıb” eserini tamamlamıştır.
İbn-i Sina’nın tıp alanında verdiği Esrâr’ül-cimâ, el-Edviyetü’l-kalbiyye, el-Faşd, gibi eserleri bilindik en meşhur olanlarındandır.
İbn-i Sina’nın tıp teorisinin temellerini tabiat felsefesi görüşleri oluşturur. Aslında tabiat felsefesiyle tıp ilminin modern anlayış açısından biyoloji alanını oluşturacak biçimde örtüşmesi İbn-i Sina’nın ilmî geleneğe olan anlayışıydı.
İbn-i Sina’nın bulaşıcı hastalıklar konusunda da geliştirdiği tespitler vardır. Örnek olarak malaryanın bataklık bölgelerde ve sazlık alanlarda daha sık görüldüğü gözleminden yola çıkmıştır. Fare ile vebanın arasındaki ilişkiyi işaret etmesi ve hatta sulardaki kokuşmaya sebep olan “cinnü’l mâ” adını verdiği mikroskobun icadından çok daha önce mikroplardan bahsetmesi önemli bir olaydır.